İç ya da dış uyaranlar
sonucu oluşan korku, kaygı, öfke veya utanma gibi olumsuz duygular organizmada
stres tepkisi yaratır.
Stresin uzun sürelerle ve
yüksek düzeyde yaşanması, nefes düzenini ciddi şekilde bozar.
Bunun nedeni stres
durumunda vücutta aşırı miktarlarda salgılanan Epinefrin, Norepinefrin ve
Kortizol hormonlarıdır.
Epinefrin hormonu,
psikolojik veya fiziksel bütünlüğün tehlike altında olduğu yönünde oluşan
algılama sonucu salgılanır.
Bu hormon otonom sinir sistemi
aracılığıyla organizmayı stres yaratan etkenle mücadele etmeye ya da kaçmaya
hazırlar.
Otonom sinir sistemi, Sempatik
ve Parasempatik olarak adlandırılan iki sistemden oluşur.
Sempatik sistem tehlike
halinde bireyi saldırıya hazırlarken parasempatik sistem uyarı ve engelleme
görevini üstlenir.
Öfke kontrolü yüksek
bireylerde her iki sistem dengeli etki göstererek saldırgan davranışları
engeller.
Ancak, öfke kontrolünün
zayıf olması sonucu gelişen güçlü bir saldırganlık hissi yalnızca sempatik sistemi
etkinleştirir.
Sempatik sistemin harekete
geçmesiyle kandaki adrenalin düzeyi yükselir ve kalp daha hızlı kan pompalamaya
başlar.
Kan akışı, mücadele
edebilmeyi ya da kaçabilmeyi sağlamak için kol ve bacak kaslarına yönelir.
Bunun sonucunda kanın diğer
organlarda azalması başta akciğerler ve beyin olmak üzere tüm organları olumsuz
etkiler.
Özellikle Serabral
Korteks (Beyin zarı) kandaki oksijen azlığı gibi olumsuz etkilere karşı oldukça
duyarlıdır.
Bu nedenle, nefes alıp vermenin sıklaşarak
düzensizleşmesi bilişsel fonksiyonlarda zayıflamaya yol açar.
İç organların çalışma
düzeni, zihinden bağımsız bir yapıya sahip olan otonom sinir sistemi işleviyle
gerçekleşir.
Ancak solunum, bir
otonom sinir sistemi işlevi olmasına karşın zihin gücüyle ve sınırlı sürelerde kontrol
edilebilir.
Bilinçli olarak
gerçekleştirilen sistemli nefes çalışması sırasında akciğerlere daha çok
oksijen ulaşır.
Bu da beyin hücrelerinde
biriken karbondioksitin hızla temizlenerek zihinsel gerilimin ortadan
kalkmasını sağlar.
Sanayileşme öncesi
kültürler ‘’Nefesi’’ beden, zihin ve ruh arasında yaşamsal bir bağ olarak
görmüştür.
Antik Hint Literatüründe
Prana; hem nefes hem de yaşamın kutsal özü anlamında kullanılır.
Geleneksel Çin Tıbbında
Chi (Çi); hem nefes hem de kozmik öz ve yaşam enerjisidir.
Japonca’da Ki; spritüel
uygulamalarda önemli bir rol oynayan nefes anlamındadır.
Antik Yunan’da Pneuma;
hava, nefes, ruh ya da yaşamın özü anlamını taşır.
Latince’de Spritus; hem
nefes hem de ruh anlamında kullanılır.
Bilinçli olarak gerçekleştirilen
nefes çalışmaları konusunda yapılan bilimsel araştırmalar da bu tür kadim
bilgileri doğrular yöndedir.
Wilhelm REİCH, zihinsel
çatışmaların başlıca nedeninin psikolojik rezistans ve defanslar olduğunu tespit
eder.
Zihinsel karmaşaya,
dolayısıyla yoğun strese yol açan bu durumun düzensiz solunum alışkanlığıyla
yakın ilişkisi olduğunu belirtir.
Bu da metabolizmanın
çalışma düzenini bozarak psikosomatik hastalıkların gelişmesine uygun bir zemin
oluşturur.
Öncelikle stresin
bedende oluşturduğu kas spazmlarının nefes düzenini bozduğu konusundaki
farkındalık önem kazanır.
Geliştirilen
farkındalıkla, solunumda bilinçli bir artış sağlanması psikolojik rezistansları
tamamen ortadan kaldırır.
Gerilime yol açan dirençlerin
ortadan kalması zihinsel ve fiziksel rahatlamaya neden olur.
Bu da metabolizmanın
düzenli çalışmasını sağlayarak doğal bağışıklık sistemini güçlendirir.
Stres durumunda
gerçekleştirilen ‘’Doğru ve Etkili’’ nefes çalışması bedenin doğal iyileştirici
güçlerini harekete geçirmeye yeterli olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder