Adam telefonunu, ikici zil sesiyle çabucak açtı.Uzun zaman önce, bir süre görüştüğü kadındı arayan. Anlatmak istediği çok şey olduğunu söyleyerek ısrarla görüşmek istiyordu. Sözleştikleri saatte, deniz kıyısındaki çay bahçesinde buluştular. Uzunca bir süre konuşamadan ve gözlerini birbirinden kaçırarak sessizce oturdular. Kadın beyaz giysilerini tamamlayan beyaz, küçük çantası ve yine beyaz spor pabuçlarıyla oldukça göz alıcıydı. Adam, sohbeti kendisinin başlatmasının daha doğru olacağını düşündü. Konuşmak için derin bir nefes aldıktan sonra dirseklerini masaya dayadı ve hafifçe öne doğru eğildi. Aynı anda kadın zarif bir baş hareketiyle saçlarını arkaya savurarak anlatmaya başlamıştı. Adam, konuşmaktan vaz geçerek iskemlesinin arkalığına yaslandı. İlgi ve dikkatle kadını dinlerken bir yandan da Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevisindeki bilgelik dolu şu sözlerini zihninden geçiriyordu.
‘’Şimdi, bencillikten sıyrıl ve dertlinin derdini dinle.
Kaygılı birinin öyküsünü
dinlemekle, bil ki; ona yardım ediyorsun.
Çünkü gönlü daralanların
dertlerini dinlemek,
YÜCE CANLARIN
sıkıntılarına ortak olmaktır.
Unutma ki onun HER ŞEYİ
BİLEN,
Fakat kaygı dumanıyla
bulanıklaşmış bir GÖNÜL EVİ var.
Dinlemekle geniş bir
pencere açıyorsun o eve.
Senin dinlemenle alacağı
bir soluk,
onun gönlündeki acı
veren dumanları dağıtacaktır!’’
Kadın; ‘’Biliyor musun, ne zaman
bir Deniz Feneri görsem aklıma hep sen geliyorsun.‘’ sözleriyle konuşmasına
başlamıştı. Hiç beklemediği bu başlangıç şaşırtmıştı adamı. Gülümseyerek;
‘’Anlamadım.’’ dedi.
Kadın ilk kez sevgiyle baktı
adamın gözlerine. ‘’Anlatayım.’’ dedi. ‘’Yaşam, kendimi bildim bileli hep
dalgalı ve karanlık bir deniz gibi oldu benim için. Aslında biliyorum, duygusal
arayışlarımın yarattığı beklentilerdi yaşam denizimi dalgalandıran. Ne zaman
birinden ufacık bir ilgi görsem, deli gibi seviyordum onu. Kimden küçücük bir
yakınlık görsem, sonsuzca bağlanıyordum ona. Ama ne yazık ki, asla uzun
sürmüyordu bu. Çünkü çok geçmeden ne gösterilen ilginin ne de hissettirilen
sevginin gerçek olmadığını görüyor ve yıkılıyordum. Bu sahte yaklaşımların yapay sıcaklığı kısa sürede yerini ilgisizliğin,
umursamazlığın dondurucu soğukluğuna bırakıyordu. Beni kısa bir süre yaşama
bağlayan bu ikiyüzlü yakınlıklar, ruhumu üşüten karlı karanlıklara dönüşüyordu
ansızın. Umutlarımla birlikte sevgim de tüketiliyordu acımasızca. İnciniyor ve
üşüyordum kimsesiz.’’
Kadın, çayından bir yudum almak
için bardağa uzandı. Ancak eli, kontrolden çıkmışçasına titriyordu. Çayı
üzerine dökebileceği endişesiyle bardağı almaktan vaz geçerek konuşmasını
sürdürdü.
‘’Küçük insanların sevgileri de
yürekleri gibi küçücüktü. Bu yüzden, bir
kez olsun içtenlikli bir sevginin sıcaklığını yaşayamadım. Duygularımı
doyasıya yaşayamamanın acısı gönül bağlarımı koparıyordu, içimi de acıtarak. Yaşam
denizi işte böylesi acımasız dalgalarla savuruyordu beni bir o yana, bir bu
yana. Nerelere savrulduğumu göremiyordum artık. Göremiyordum çünkü yaşamımın
ufukları zifiri karanlıktı. Bu karanlık, eğer gecenin karanlığı olsaydı sabahın
ışıklarını bekleme umudum da olurdu. Beklerdim sabırla. Ama acımasızca içine
itildiğim bu karanlıkta sabrın da umudun da hiç bir anlamı yoktu! Çünkü bu
karanlık; sevgisizliğin, ilgisizliğin, çıkarcılığın, ikiyüzlülüğün ve
bencilliğin ruhumu sarıp sarmalayan karanlığıydı.’’
Öfkelenmişti kadın. Sesinin
yükseldiğini fark edince sustu. Çevredekileri
rahatsız etmiş olabileceği endişesiyle etrafına bakındı. Kimsenin
ilgilenmediğini anlayınca rahatlamış ve derin bir nefes almıştı. Sakinleştiğini
anlatmak isteyen zarif bir el hareketine eşlik eden mahcup bir gülümsemeyle
sürdürdü konuşmasını.
‘’İlkel bir gururdan güç alan bencillikle kendini
vaz geçilmez sanmanın ruhuma zift gibi yapışan karanlığıydı bu. Değersiz ve
önemsiz sayılmak öz güvenimi zayıflatıyor, öz saygımı zedeliyordu. Giderek
yalnızlaştırılıyordum. Yapayalnızdım bu dalgalı ve karanlık yaşam denizinde. Anlaşılamamak
nefesimi kesiyordu. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemeden savruluyordum çaresizce.
Tek başınalığın içimi titreten korkularıyla yolumu yitirmişken, bir ışık gördüm
çok uzaklarda. Böylesi zifiri karanlıklarda büyük bir umuttu küçücük bir ışık. Ona
ulaşmaya çabaladım tümüyle tükenmeden. Yaklaştıkça umutlandım. Umutlandıkça
güçlendim yeniden. Artık çok yakındık, karşı karşıyaydık. Sendin o ışık!’’
Adam utangaç bir gülümseyişle karşı
çıkacak oldu. Ama kadın oldukça kararlı bir el hareketiyle onun konuşmasını
engelleyerek konuşmasını sürdürdü.
‘’Sen konuşurken de beni dinlerken de ışıklar
saçıyor ve karanlık dünyamı aydınlatıyordun. Aslında çok az konuşuyordun. Buyurgan
olmayan ses tonun ruhumu okşuyordu. Sevgi, anlayış ve duygu yüklü sözlerinle
kalbimdeki kırıkları sarıp sarmalıyordun. Sözlerin ışık olup zihnimi aydınlatırken
soluksuz dinliyordum seni; toprağın suya hasretiyle. Kimi zaman da sadece gözlerin
konuşuyordu; gülen veya hüzünlenen bakışlarla. Seni dinlerken, nicedir
sevgisizliğin dondurucu soğuğuyla üşüyen yüreğimin ısındığını hissediyordum. İlk
kez birinin sözümü kesmeden dinlediğini hissettiriyordun bana. Acılarımı,
sorunlarımı duyarlılıkla dinlemen güven veriyordu, daha önce hiç yaşamadığım kadar.
Asla yargılamıyor ve suçlamıyordun. İçtenlikli bir ilgi, anlayış ve sabır senin
varlığında ete kemiğe bürünüyor ve yol gösteriyordu bana. İşte bu yüzden ne
zaman bir Deniz Feneri görsem hep seni anımsıyorum.‘’
Kadın, sevgi dolu gözleriyle adama bir kez
daha bakarak konuşmasını sonlandırmıştı. Asil bir ruha sahip kadının yaralı
kalbinin derinliklerinden kopup gelen bu sözler adamın zihninde ve yüreğinde yankılanıyordu. Onun söylediklerini düşünürken bir yandan da
kadınların gerçekten çok özel, eşsiz varlıklar olduğunu geçiriyordu içinden. Uzunca
bir süre sessizliğini korudu. Bu arada, kadına karşı olan duygularını anlamaya
çalışıyordu. Önce kadına acımış olabileceğini düşündü. Ancak, hemen sonrasında,
acıma duygusunun, arka planında kibir duygusunu ustalıkla gizlediğini anımsadı. Bu utanç verici fikri
hızla zihninden uzaklaştırdı. Aslında, kadının çektiği tüm acılara karşın hala
onurlu bir duruş sergileme becerisine sahip oluşuna tanık olmuştu. Bu nedenle
kadına yönelik duygusunun, ona olan hayranlığının sonucu gelişen derin bir
saygı olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Bu farkındalıkla bir şeyler
söylemeliydi ama şimdi de söze nasıl başlaması gerektiğini bilemiyordu. Kendisine
düşünme fırsatı yaratmak için, artık çoktan soğumuş olan çayından bir yudum
aldı. Sonunu öngöremediği bir konuşma yaptığı hiç olmamıştı. Ama şimdi
konuşamayacak kadar duygu yüklüydü ve kadın onun bir şeyler söylemesini bekler
gibiydi.
‘’Deniz Feneri olup, yol gösterdiğimi
söylüyorsun. Çok anlamlı bir benzetme. Ama öte yandan, hiç hak etmediğim bir
övgü bu. Oysa sendin, siz kadınlardınız gerçekte ışıklar saçarak beni, bizi
aydınlatan.’’ diyebildi.
Kadın itiraz edecek oldu ama adam
duymazlıktan gelerek konuşmasını sürdürdü.
‘’Evet, biliyorum. Nefretin ve şiddetin
kaskatı kayalıklarına çarparak yaralanmıştın. Hiç hak etmediğin halde;
sevgisizliğin ve ilgisizliğin dalgalı karanlıklarında kaybolmuştun. Umutların
tükenmiş, sabrın kalmamıştı. Son bir umutla ürkek ve yaralı bir güvercin gibi usulca
gelişini anımsıyorum. Sen konuşurken yapabildiğim tek şey yaşadığın
haksızlıkları dinleyip anlamaya çalışmak ve tüm kalbimle hak vermekti. Huzur
veren bir ses tonuyla yaptığın konuşmalarındı asıl beni aydınlatan. Etkileyici
hatta büyüleyici güzelliğinin göz kamaştırıcı ışıklarıydı gerçekte ‘’Deniz
Fenerinden’’ yine sana yansıyan. Sen, yani siz kadınlar aslında kendi
ışığınızla aydınlanmanın sevinciyle gülümserken ne kadar zarif ve cömerttiniz. Çünkü
anne olarak, eş olarak ve evlat olarak karşılık beklemeyen emekler
veriyordunuz. Karşılıksız sevgi veriyordunuz yürek dolusu. Ben sadece, olağan
üstü bir güçle ve kendi çabanızla karanlıklardan aydınlıklara çıkma başarınızı
büyük bir hayranlıkla izliyordum. Siz konuşurken zaman yavaşlayarak duruyor,
mekân sisler arasında silikleşerek yok olup gidiyordu. Yaşamın ve ölümün bile olmadığı böyle anlarda söz de anlamını
yitiriyordu giderek. Bu nedenle siz, katlanmak zorunda bırakıldığınız sıkıntılarınızı
ve dertlerinizi yüreklice paylaşırken ben sadece dinliyordum. Dinlerken içimden
geçen tek şey önünüzde saygıyla eğilmekti. Her erkeğin aslında yaşam denizi, eşsiz
güzellikleriyle kadınlardı. Ama siz, bu gerçeği görmezden gelecek kadar alçakgönüllü
ve cömertsiniz.’’
Sözleri
bitmişti adamın. Kadın nemlenen gözlerini sildi ve saatine baktı. Usulca ayağa
kalkarken; ‘’Vakit geç oldu, gitmem gerek. Belki yine görüşürüz’’ dedi
fısıldayarak. Adam da ayağa kalkmıştı. Kadın yavaşça eğilip adamın yanağını
sevgiyle öptükten sonra sahil boyunca güvenli
adımlarla yürümeye başlamıştı. Yürüyüş yolu, elli metre kadar sonra sola
kıvrılarak ağaçlı bir tepenin ardında görüş alanı dışına çıkarak devam ediyordu.
Adam, kadının gidişini hayranlıkla izlerken onun bedeninin uyumlu deviniminden
gözlerini bir an bile ayıramamıştı. ‘’Yürüyüşü, sanki ihtişamlı bir beyaz
geminin denizin maviliklerinde süzülüşü gibi.’’ diye geçirdi içinden.
Beyaz giysiler içindeki kadın uzaklaştıkça
görüntüsü giderek küçülmüş ve yürüyüş yolunun kıvrımında, ağaçlı tepenin
ardında gözden kaybolmuştu. Eş zamanlı olarak, yolun ucundaki burundan beyaz
bir gemi görüntüye girerek denizde yol almaya başlamıştı. Masmavi gökyüzüyle
lacivert denizin buluştuğu ufuk hattında beliren beyaz gemiye bakarken kısa
süreli bir zihinsel karmaşa yaşadı. Düş ile gerçeği ayıran o incecik çizgiyi
bir an için yitirmiş gibiydi. Zihnini toparlamak için iskemlesini yavaşça
denize doğru çevirdi ve bir sigara daha yaktı. Dalgın gözlerle ve hiçbir şey
düşünemeden çok uzaklara, ufuk hattında süzülerek ilerleyen beyaz gemiye
bakıyordu şimdi.
Güneş
artık tümüyle kaybolmuştu. Bulutsuz gökyüzünün mavisi koyulaşırken denizin lacivert
rengi de kararmaya başlamıştı.Yorgun gözleri, yol aldıkça küçülen gizemli beyaz
geminin ufuk çizgisindeki ‘’sessiz ve yalnız’’ süzülüşünü zorlukla
seçebiliyordu. Hafifçe ürperdiğini hissetti.
‘’Şimdi, bencillikten sıyrıl ve dertlinin derdini dinle.
Kaygılı birinin öyküsünü
dinlemekle, bil ki; ona yardım ediyorsun.
Çünkü gönlü daralanların
dertlerini dinlemek,
YÜCE CANLARIN
sıkıntılarına ortak olmaktır.
Unutma ki onun HER ŞEYİ
BİLEN,
Fakat kaygı dumanıyla
bulanıklaşmış bir GÖNÜL EVİ var.
Dinlemekle geniş bir
pencere açıyorsun o eve.
Senin dinlemenle alacağı
bir soluk,
onun gönlündeki acı
veren dumanları dağıtacaktır!’’
Kadın; ‘’Biliyor musun, ne zaman bir Deniz Feneri görsem aklıma hep sen geliyorsun.‘’ sözleriyle konuşmasına başlamıştı. Hiç beklemediği bu başlangıç şaşırtmıştı adamı. Gülümseyerek; ‘’Anlamadım.’’ dedi.
Kadın ilk kez sevgiyle baktı
adamın gözlerine. ‘’Anlatayım.’’ dedi. ‘’Yaşam, kendimi bildim bileli hep
dalgalı ve karanlık bir deniz gibi oldu benim için. Aslında biliyorum, duygusal
arayışlarımın yarattığı beklentilerdi yaşam denizimi dalgalandıran. Ne zaman
birinden ufacık bir ilgi görsem, deli gibi seviyordum onu. Kimden küçücük bir
yakınlık görsem, sonsuzca bağlanıyordum ona. Ama ne yazık ki, asla uzun
sürmüyordu bu. Çünkü çok geçmeden ne gösterilen ilginin ne de hissettirilen
sevginin gerçek olmadığını görüyor ve yıkılıyordum. Bu sahte yaklaşımların yapay sıcaklığı kısa sürede yerini ilgisizliğin,
umursamazlığın dondurucu soğukluğuna bırakıyordu. Beni kısa bir süre yaşama
bağlayan bu ikiyüzlü yakınlıklar, ruhumu üşüten karlı karanlıklara dönüşüyordu
ansızın. Umutlarımla birlikte sevgim de tüketiliyordu acımasızca. İnciniyor ve
üşüyordum kimsesiz.’’
Kadın, çayından bir yudum almak
için bardağa uzandı. Ancak eli, kontrolden çıkmışçasına titriyordu. Çayı
üzerine dökebileceği endişesiyle bardağı almaktan vaz geçerek konuşmasını
sürdürdü.
‘’Küçük insanların sevgileri de
yürekleri gibi küçücüktü. Bu yüzden, bir
kez olsun içtenlikli bir sevginin sıcaklığını yaşayamadım. Duygularımı
doyasıya yaşayamamanın acısı gönül bağlarımı koparıyordu, içimi de acıtarak. Yaşam
denizi işte böylesi acımasız dalgalarla savuruyordu beni bir o yana, bir bu
yana. Nerelere savrulduğumu göremiyordum artık. Göremiyordum çünkü yaşamımın
ufukları zifiri karanlıktı. Bu karanlık, eğer gecenin karanlığı olsaydı sabahın
ışıklarını bekleme umudum da olurdu. Beklerdim sabırla. Ama acımasızca içine
itildiğim bu karanlıkta sabrın da umudun da hiç bir anlamı yoktu! Çünkü bu
karanlık; sevgisizliğin, ilgisizliğin, çıkarcılığın, ikiyüzlülüğün ve
bencilliğin ruhumu sarıp sarmalayan karanlığıydı.’’
Öfkelenmişti kadın. Sesinin
yükseldiğini fark edince sustu. Çevredekileri
rahatsız etmiş olabileceği endişesiyle etrafına bakındı. Kimsenin
ilgilenmediğini anlayınca rahatlamış ve derin bir nefes almıştı. Sakinleştiğini
anlatmak isteyen zarif bir el hareketine eşlik eden mahcup bir gülümsemeyle
sürdürdü konuşmasını.
‘’İlkel bir gururdan güç alan bencillikle kendini
vaz geçilmez sanmanın ruhuma zift gibi yapışan karanlığıydı bu. Değersiz ve
önemsiz sayılmak öz güvenimi zayıflatıyor, öz saygımı zedeliyordu. Giderek
yalnızlaştırılıyordum. Yapayalnızdım bu dalgalı ve karanlık yaşam denizinde. Anlaşılamamak
nefesimi kesiyordu. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemeden savruluyordum çaresizce.
Tek başınalığın içimi titreten korkularıyla yolumu yitirmişken, bir ışık gördüm
çok uzaklarda. Böylesi zifiri karanlıklarda büyük bir umuttu küçücük bir ışık. Ona
ulaşmaya çabaladım tümüyle tükenmeden. Yaklaştıkça umutlandım. Umutlandıkça
güçlendim yeniden. Artık çok yakındık, karşı karşıyaydık. Sendin o ışık!’’
Adam utangaç bir gülümseyişle karşı
çıkacak oldu. Ama kadın oldukça kararlı bir el hareketiyle onun konuşmasını
engelleyerek konuşmasını sürdürdü.
‘’Sen konuşurken de beni dinlerken de ışıklar
saçıyor ve karanlık dünyamı aydınlatıyordun. Aslında çok az konuşuyordun. Buyurgan
olmayan ses tonun ruhumu okşuyordu. Sevgi, anlayış ve duygu yüklü sözlerinle
kalbimdeki kırıkları sarıp sarmalıyordun. Sözlerin ışık olup zihnimi aydınlatırken
soluksuz dinliyordum seni; toprağın suya hasretiyle. Kimi zaman da sadece gözlerin
konuşuyordu; gülen veya hüzünlenen bakışlarla. Seni dinlerken, nicedir
sevgisizliğin dondurucu soğuğuyla üşüyen yüreğimin ısındığını hissediyordum. İlk
kez birinin sözümü kesmeden dinlediğini hissettiriyordun bana. Acılarımı,
sorunlarımı duyarlılıkla dinlemen güven veriyordu, daha önce hiç yaşamadığım kadar.
Asla yargılamıyor ve suçlamıyordun. İçtenlikli bir ilgi, anlayış ve sabır senin
varlığında ete kemiğe bürünüyor ve yol gösteriyordu bana. İşte bu yüzden ne
zaman bir Deniz Feneri görsem hep seni anımsıyorum.‘’
Kadın, sevgi dolu gözleriyle adama bir kez
daha bakarak konuşmasını sonlandırmıştı. Asil bir ruha sahip kadının yaralı
kalbinin derinliklerinden kopup gelen bu sözler adamın zihninde ve yüreğinde yankılanıyordu. Onun söylediklerini düşünürken bir yandan da
kadınların gerçekten çok özel, eşsiz varlıklar olduğunu geçiriyordu içinden. Uzunca
bir süre sessizliğini korudu. Bu arada, kadına karşı olan duygularını anlamaya
çalışıyordu. Önce kadına acımış olabileceğini düşündü. Ancak, hemen sonrasında,
acıma duygusunun, arka planında kibir duygusunu ustalıkla gizlediğini anımsadı. Bu utanç verici fikri
hızla zihninden uzaklaştırdı. Aslında, kadının çektiği tüm acılara karşın hala
onurlu bir duruş sergileme becerisine sahip oluşuna tanık olmuştu. Bu nedenle
kadına yönelik duygusunun, ona olan hayranlığının sonucu gelişen derin bir
saygı olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Bu farkındalıkla bir şeyler
söylemeliydi ama şimdi de söze nasıl başlaması gerektiğini bilemiyordu. Kendisine
düşünme fırsatı yaratmak için, artık çoktan soğumuş olan çayından bir yudum
aldı. Sonunu öngöremediği bir konuşma yaptığı hiç olmamıştı. Ama şimdi
konuşamayacak kadar duygu yüklüydü ve kadın onun bir şeyler söylemesini bekler
gibiydi.
‘’Deniz Feneri olup, yol gösterdiğimi söylüyorsun. Çok anlamlı bir benzetme. Ama öte yandan, hiç hak etmediğim bir övgü bu. Oysa sendin, siz kadınlardınız gerçekte ışıklar saçarak beni, bizi aydınlatan.’’ diyebildi.
Kadın itiraz edecek oldu ama adam duymazlıktan gelerek konuşmasını sürdürdü.
‘’Evet, biliyorum. Nefretin ve şiddetin
kaskatı kayalıklarına çarparak yaralanmıştın. Hiç hak etmediğin halde;
sevgisizliğin ve ilgisizliğin dalgalı karanlıklarında kaybolmuştun. Umutların
tükenmiş, sabrın kalmamıştı. Son bir umutla ürkek ve yaralı bir güvercin gibi usulca
gelişini anımsıyorum. Sen konuşurken yapabildiğim tek şey yaşadığın
haksızlıkları dinleyip anlamaya çalışmak ve tüm kalbimle hak vermekti. Huzur
veren bir ses tonuyla yaptığın konuşmalarındı asıl beni aydınlatan. Etkileyici
hatta büyüleyici güzelliğinin göz kamaştırıcı ışıklarıydı gerçekte ‘’Deniz
Fenerinden’’ yine sana yansıyan. Sen, yani siz kadınlar aslında kendi
ışığınızla aydınlanmanın sevinciyle gülümserken ne kadar zarif ve cömerttiniz. Çünkü
anne olarak, eş olarak ve evlat olarak karşılık beklemeyen emekler
veriyordunuz. Karşılıksız sevgi veriyordunuz yürek dolusu. Ben sadece, olağan
üstü bir güçle ve kendi çabanızla karanlıklardan aydınlıklara çıkma başarınızı
büyük bir hayranlıkla izliyordum. Siz konuşurken zaman yavaşlayarak duruyor,
mekân sisler arasında silikleşerek yok olup gidiyordu. Yaşamın ve ölümün bile olmadığı böyle anlarda söz de anlamını
yitiriyordu giderek. Bu nedenle siz, katlanmak zorunda bırakıldığınız sıkıntılarınızı
ve dertlerinizi yüreklice paylaşırken ben sadece dinliyordum. Dinlerken içimden
geçen tek şey önünüzde saygıyla eğilmekti. Her erkeğin aslında yaşam denizi, eşsiz
güzellikleriyle kadınlardı. Ama siz, bu gerçeği görmezden gelecek kadar alçakgönüllü
ve cömertsiniz.’’
Sözleri
bitmişti adamın. Kadın nemlenen gözlerini sildi ve saatine baktı. Usulca ayağa
kalkarken; ‘’Vakit geç oldu, gitmem gerek. Belki yine görüşürüz’’ dedi
fısıldayarak. Adam da ayağa kalkmıştı. Kadın yavaşça eğilip adamın yanağını
sevgiyle öptükten sonra sahil boyunca güvenli
adımlarla yürümeye başlamıştı. Yürüyüş yolu, elli metre kadar sonra sola
kıvrılarak ağaçlı bir tepenin ardında görüş alanı dışına çıkarak devam ediyordu.
Adam, kadının gidişini hayranlıkla izlerken onun bedeninin uyumlu deviniminden
gözlerini bir an bile ayıramamıştı. ‘’Yürüyüşü, sanki ihtişamlı bir beyaz
geminin denizin maviliklerinde süzülüşü gibi.’’ diye geçirdi içinden.
Beyaz giysiler içindeki kadın uzaklaştıkça
görüntüsü giderek küçülmüş ve yürüyüş yolunun kıvrımında, ağaçlı tepenin
ardında gözden kaybolmuştu. Eş zamanlı olarak, yolun ucundaki burundan beyaz
bir gemi görüntüye girerek denizde yol almaya başlamıştı. Masmavi gökyüzüyle
lacivert denizin buluştuğu ufuk hattında beliren beyaz gemiye bakarken kısa
süreli bir zihinsel karmaşa yaşadı. Düş ile gerçeği ayıran o incecik çizgiyi
bir an için yitirmiş gibiydi. Zihnini toparlamak için iskemlesini yavaşça
denize doğru çevirdi ve bir sigara daha yaktı. Dalgın gözlerle ve hiçbir şey
düşünemeden çok uzaklara, ufuk hattında süzülerek ilerleyen beyaz gemiye
bakıyordu şimdi.
Güneş
artık tümüyle kaybolmuştu. Bulutsuz gökyüzünün mavisi koyulaşırken denizin lacivert
rengi de kararmaya başlamıştı.Yorgun gözleri, yol aldıkça küçülen gizemli beyaz
geminin ufuk çizgisindeki ‘’sessiz ve yalnız’’ süzülüşünü zorlukla
seçebiliyordu. Hafifçe ürperdiğini hissetti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder