2 Kasım 2018 Cuma

STRESİN NEFES DÜZENİNE OLUMSUZ ETKİLERİ


İnsan, bebeklik döneminden başlayarak tüm gelişim evrelerinde birbirinden oldukça farklı sorunlarla karşılaşır.

Sorunlar karşısında fiziksel veya psikolojik bütünlüğün tehlikede olduğu yönündeki algılamalar organizmada stres yaratır.
Stres tepkisi aslında canlının yaşamda kalabilmesi yanında sorun çözmesi ve işlevselliği yönünde oldukça önemli rol üstlenir.
Bu konuda yapılan bir deneyde, deneklerin bulunduğu ortamda stres yaratabilecek tüm etkenler en aza indiriliyor.
Sonuçta, hemen hiç stres yaşamayan deney hayvanlarının büyük bir kısmının kısa sürede öldükleri gözlemleniyor.
Buna göre, sorunları çözüme ulaştırma çabaları da yine stresin yarattığı itici güçle gerçekleşir.

Bazı durumlarda yaşam koşulları insana stres etkeniyle mücadele etme veya stres yaratan ortamdan uzaklaşma olanağı vermeyebilir.
Böyle durumlarda gelişen uzun süreli ve yoğun stres yaşamı olumsuz etkileyerek zihinsel fonksiyonları işlevsiz hale getirir.
Stresin giderek kronik hale gelmesi ciddi ve kalıcı olumsuzluklara neden olur.
Macar bilim adamı Hans Selye, bu tür stresin vücutta kalıcı kimyasal değişimlere neden olarak fiziksel hastalıklara yol açtığını tespit eder.
Vücut, stres yaratan etkenle baş edebilmek amacıyla gerekli enerjiyi sağlamak için bazı hormonlar salgılar.
Ortaya çıkan enerjinin mücadele etmek ya da kaçmak şeklinde harcanamaması bedende hasarlar oluşturur.
Kortizol hormonu, kas dokusuna ve hücrelere; Adrenalin hormonu ise, beyin ve kalp hücrelerine zarar verir.
Nefes düzenindeki bozulma ise kronik yorgunluk, bellek ve düşünce bozukluğu ve organlarda fonksiyon yetersizliğine yol açar.

Doğal soluklanma, henüz yürüme deneyimi yaşamamış bebeklerin karınlarını şişirecek ölçüde derin ve oldukça düzenli nefes alıp verme şeklidir.
Bu süreç birinci yaşın sonlarına doğru gerçekleşen yürüme çabasının ilk adımlarına kadar kesintisiz sürer.
(Bebek her nasılsa, el altındaki süs eşyalarını kırıp dökmek gibi yaşamsal bir görevi olduğunu anımsar!
Bunun için de aylardır yattığı yerden ayağa kalkarak ‘’yatay bağımlılıktan’’ kurtulup ‘’dikey bağımlı’’ hale gelmesi gerekmektedir.)
Ortalama 10.5 veya 11.5 aylık bebekler dürtüsel olarak ayağa kalkma çabası gösterirler.
Ancak henüz parmak ve kol kasları tutunmaya elverişli değildir.
Bacak kasları da ayakta durabilmesini sağlayacak kadar güçlenmediği için yinelediği her deneyimde düşer.
Çok sayıda yaşadığı düşme sonucu her seferinde canı yanar, korkar ve ağlar.
Bu dürtüsel çabaların yaşattığı olumsuz duygular bebekte oldukça yüksek bir stres etkisi yaratır.
Bunun sonucunda karın kası ve diyaframı spazm yaparak düzenli soluk alma yetisini olumsuz yönde etkiler.
(Bilimsel deneylerden haberi olmayan bebek yürüme çabalarını büyük bir azimle sürdürür.
Bir yandan da yaşadığı bu tür olumsuzluklar nedeniyle gerçekleşen stres tepkisini belleğine kaydetmeyi de ihmal etmez.)
Böylece yaşam boyu karşılaşabilecek her sıkıntılı durumda, ‘’soluğu tutma refleksi’’ de geliştirilmiş olur.
İlerleyen süreçte yetişkinliğe özgü olumsuz yaşam deneyimleri de yeni stresler oluşturur.
Birey her çaresizlik, öfke, korku, endişe, kaygı gibi duygu durumunda bebekliğinde olduğu gibi nefesini tutarak sadece ‘’havayı koklamak’’ ile yetinir.

‘’Mücadele et ya da kaç!’’ olarak bilinen stres tepkisini ilk tespit eden bilim adamı Psikolog Walter Cannon’dur.
Cannon, deney hayvanları üzerinde yaptığı çalışmalarda yoğun stres altındaki organizmanın kanına yüksek miktarlarda Epinefrin, Norepinefrin ve Kortizol hormonu salgılandığını tespit eder.
Bu kimyasalların solunumun doğal düzenini bozarak nabzın yükselmesine ve kas spazmlarına yol açtığını gözlemler.
Doğal ritmi bozulan soluklanma giderek zihinsel yorgunluğa, uyku bozukluğuna ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açar.
Stresi kontrol altına alma konusunda yapılan araştırmalar, nefesin iyileştirici gücünü büyük ölçüde doğrular yönde.

Bebeklik dönemlerindeki doğal nefes alma düzeninin yeniden keşfedilmesi için bebeklerden öğrenilecek çok şey olmalı!

Hiç yorum yok:

ÖZSAYGI

     Saygı, aile bireylerinde ve tüm sosyal ilişkilerde önemi yadsınamaz bir tutumdur. Bu nedenle anne ve babalar eğitim sürecindeki çocukla...