İnsanın sevme ve sevilme ihtiyacı ırk, dil, din ayırımı gözetmeme niteliğine
sahip olması nedeniyle evrensel duygudur.
Gerçek sevgiler yine evrensel değerler olan şefkat, ilgi, saygı, emek
yanında sorumluluk bilinciyle gerçekleşerek yaşam bulur.
Böylece tarafları birbirinden ayıran ‘’ben’’ duvarları yıkılarak yerine
birleştirici bir güç olan ‘’biz’’ anlayışı öne çıkar.
Bunun sonucunda sevginin tarafları birbirlerinin kişisel gelişimine ve
duygusal beklentilerine yönelik çaba gösterirler.
Bu yöndeki çabaların yarattığı bütünleşme hissi bir yandan da insanları gerçek
anlamda özgürleştirir.
Doğuştan sahip olunan sevme ve sevilme duygularının doyum ihtiyacı oldukça
güçlü dürtüsel enerjiler yaratır.
Bu dürtüler sonucu gerçekleşen duygular düşünceleri etkileyerek
davranışları yönlendirir.
Ancak çoğu zaman bu duyguların arzu edilen şekilde doyuma ulaşması çeşitli
nedenlerle gerçekleşemez.
Bu nedenlerden biri sevgi duygusunun özgürce yaşanması kültürel değerler,
toplumsal kurallar ve yasaklar tarafından sınırlanmasıdır.
Duyguların doyum arayışlarının kısıtlanması veya engellenmesi Nevrotik
çatışmalara neden olur.
A. S. Freud, bu gerçeği; ‘’Uygar olmanın bedelini ne yazık ki Nevrozla
ödüyoruz!’’ sözleriyle tespit eder.
Başka bir etken ise denetleyici ve cezalandırıcı veya aşırı şımartan
ailelerin çocuğun temel güveninin zayıflamasına neden olmasıdır.
Çocukluğunda aşırı sevgiyle şımartılan bir yetişkin her sevgi yaklaşımını
yetersiz bularak sürekli sevilmeyi bekleyecektir.
Katı disiplinle ve cezalandırılarak eğitilen çocuklar ise sevmeği bilmeyen
ama sevilme açlığı yaşayan yetişkin haline gelir.
Her iki durum da sevme yeteneğinden yoksun, inatçı, hırslı ve öfkeli bir
kişilik yapısının gelişimine yol açar.
Sevme yeteneği zayıf olan Nevrotik insanlar genellikle ulaşılmaz ve
erişilmez gibi görünürler.
Aslında her erişilmezlik zırhının arkasında sevemeyen ama sevilip korunmayı
bekleyen çaresiz bir çocuk saklıdır.
Nevrotik birey eğitim ve mesleki açılardan gelişim göstermesine karşın
duygusal yönden çocuk kalır.
Çocukken anneye veya babaya yönelik beklentilerini ve korkularını ve
kaygılarını yetişkinliğinde bilinçdışı süreçlerle karşı cinse aktarır.
Ancak, karşı cinsin de kendisinden beklentisi olabileceğini çoğunlukla fark
edemez ve onun ‘’koşulsuz’’ sevgisini ister.
Gerçekte koşulsuz sevgi, neslin devamı amacıyla sadece annelere özgü bir
yetenektir.
Anne ve bebeğin karşılıklı bağımlılığının yarattığı koşulsuz sevgi ilişkisinde
ise her iki taraf için de özgürlükten söz edilemez.
Bu nedenle Nevrotik yetişkinin koşulsuz sevgi beklentisi bir yandan da Bağımlı
Kişiliği maskeleme görevi üstlenir.
Taraflardan biri ‘’anne’’ ya da ‘’baba’’ rolünü üstlenmeye uygun bir kişilik
yapısındaysa bu ilişki ‘’sorunsuz’’ olarak sürdürülebilir.
Ancak bu, anne veya babanın korumacı sevgisini karşı cinste bulan
‘’Nevrotik bağımlılık’’ örneğidir.
Bu yönüyle de anne- çocuk ilişkisinde olduğu gibi Nevrotik sevginin
tarafları da kendilerini asla özgür hissedemezler.
Bir diğer yozlaşmış sevgi örneği ise ego doyumuna yönelik ‘’bencil sevgi’’
türüdür.
Bencil sevgilerde tarafların ergenlik dönemi kaygılarını tam olarak
aşamamış olmaları ego çatışmalarına neden olur.
Ergen birey, ebeveynlerinin kendisini sevmeyecekleri ya da üzerinde baskı
kuracakları yönünde korkular yaşar.
Çocukluk dönemi korkularını aşamayan yetişkin birey terk edilme ya da baskı
altına alınma kaygısıyla şiddete yönelebilir.
Kendi çıkarını gözeten ‘’bencil sevgiler’’ sadece almak üzerine kurulan
doğası gereği kalıcı olamaz.
Sosyal çevrelerinde iyi anlaşan çift izlenimi uyandıran ‘’yapay sevgi’’
türü ise ayrı bir yozlaşma örneği oluşturur.
Bu tür sevgi anlayışı, bazı insanlarda görülen dayanılması güç yalnızlık
duygusundan kurtulabilmek amacı taşır.
Yaşamın tehlikeli ve güvensiz olduğu algısıyla başa çıkamayan iki insan
birbirlerine sığınarak ‘’iki kişilik yalnızlık’’ gerçekleştirir.
Kaygıları ve korkuları dışında hiç bir ortak yönleri bulunmayan bu tür
çiftler yaşamları boyunca birbirleriyle sevgi yakınlığı kuramazlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder