İnsanın kişiliği zihinsel anlamda değişmesi sonucu gelişir. Zihinsel değişim ise algılama yeteneğinin sürekliliğine bağlı olarak anlama ve anladığını sorgulama ile gerçekleşir. Ancak, zihinsel değişim sürecinin kesintiye uğraması halinde birey, neden sonuç ilişkisi kuramaz ve deneyimlerinden de ders çıkaramaz. Dolayısıyla yeterli olgunluk düzeyine erişemediği için öz güveni zayıf ve öz saygısı düşük biri olur çıkar. Bu durum kişinin öz eleştiri yapmasını engellerken yapıcı, olumlu eleştiriye de kapalı olmasına yol açar. Öz eleştiri yapamayan, kendisine yönelik her eleştiriyi de suçlama olarak algılayarak tepki gösterecektir. Sürekli olarak kendini savunma ihtiyacı organizmada yüksek düzeyli ve uzun süreli stres yaratır. Bunun sonucunda bireyin kendi zihninin yarattığı korkular nedeniyle bulunduğu hemen her ortamda kaygı yaşar. Kaygı Nevrozu giderek öfke ve saldırganlık duyguları şeklinde kendini ifade eder.
Kaygı duygusu bireyde her girişiminin
engelleneceği, küçük düşeceği ya da terk edileceği yönünde katı inançlara yol açar. Bu tür ön yargılı inançlar kuşkucu, rekabetçi,
kıskanç, öfkeli ve saldırgan bir kişilik yapısına zemin hazırlar. Böylece birey
güvenliğinin tehdit altında olduğu yönündeki hatalı algılamalara sürüklenerek
korkuya kapılır. Bu türden temelsiz korkular sonucunda aynı ortamı paylaştığı kendi
cinsinden sevilen ve sayılan birinin varlığını kişilik bütünlüğüne tehdit
olarak algılar. Karşı cins ilişkileri ise asla sevilmeyeceği ve beğenilmeyeceği
yönündeki önyargılarının baskısı altındadır. Terk edilme korkusu karşı cins
ilişkilerini sürdürmesini zorlaştırır. Nevrotik bireyin her iki durumda da
kendisini son derece aciz ve yetersiz hissetmesi aşağılık kompleksine yol açar.
Başa çıkmakta zorlandığı bu duyguyu dengeleyebilmek için hedefindeki kişiye
üstünlük sağlama amacıyla saldırganlaşır.
Kendisine rakip olarak gördüğü kimseleri küçük düşürmeye çalışarak onlar
üzerinde egemenlik kurmaya çalışır. Bu
ilkel tepki biçimi başlangıçta sözel şiddet şeklinde ifade edilir. Giderek
kontrolden çıkar ve hedefindeki kişiye yönelik zarar verici fiziksel şiddete
dönüşebilir.
Şiddetin herhalde en sık ve en yaygın
şekli hedeflenen birinin gözlerine ‘’gözlerini dikip’’ aralıksız bakmak olmalı.
İngiliz Psikolog Desmond Moris; ‘’Sadece anneyle bebeğinin uzun uzadıya göz
göze bakışması saldırgan bir anlam taşımadığı için rahatsız etmez. Bunun
dışındaki ikili ilişkilerde uzun süreye göz göze bakışmak bir tür meydan okuma
anlamı taşır. Çünkü iki yetişkin insanın uzun süre bakışmaları rekabet ve üstünlük
kurma amacına yönelik bir tür saldırganlık ifadesidir. Bu nedenle sosyal
ilişkilerde saldırgan bir izlenim yaratmamanın en uygun şekli karşıdakine kısa
sürelerle bakmaktır.’’ görüşünü savunur. Öte yandan saldırgan bir davranış
biçimi olan gözlerini karşısındakine dikip bakmak, her nedense öz güvenin
göstergesi olarak tanımlanır.
Ne yazık ki bu tür hatalı algılamalar, şiddetin
bazı kesimlerde ‘’cesaret’’ olarak nitelenmesine neden olur. Bu da şiddete
yönelik kimselerin ‘’cesur’’ insanlar oldukları yönünde hatalı bir inancı
yaygınlaştırır. Bu anlayış rol modeli arayışında olan ergenlik çağındaki
gençler arasında şiddeti besleyip tırmandırma işlevi görür. Oysa bilimsel araştırmalar,
öfke halindeki bedensel tepkilerle korku durumundaki bedensel tepkilerin aynı
olduğunu tespit eder. Bir insan öfkeliyken de korktuğu zaman da böbrek üstü bezleri
kana aşırı miktarda epinefrin hormonu salgılar. Yine öfke veya korku hallerinde
kalp atışı hızlanarak kan basıncı yükselir. Bu konudaki bilimsel tespitler
şiddetin cesaretle değil korkunun yarattığı saldırganlıkla bağlantısını
yeterince açıklar yöndedir.
İlkel bir tepki biçimi olan şiddet aslında
nevrotik bireyin korkularının yarattığı kaygıyla başa çıkma çabası olarak
ortaya çıkar. Ancak birey, güçsüz olduğu gerçeği ile yüzleşmekten kaçınarak
korku duygusunu yadsır ve saldırganlığını ‘’cesaret’’ olarak niteler. Oysa
cesaret, öz güveni ve öz saygısı yüksek olan insanların korku duygusundan
kaynaklanan saldırganlık dürtüsünü denetleyebilmesi halidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder