Her insan, sevmek ve
sevilmek yanında beğenmek ve beğenilmek duyguları ile yaşama gözlerini açar. Bu
duyguların doyum arayışı ise yaşam boyu sürdürülür.
Aslında insan, eksik yönlerinin az ya da
çok farkında olabilen bir canlıdır. Bu nedenle kendisini tamamlayacak,
bütünleyecek bir karşı cinse ihtiyaç duyar.
Bu ihtiyaçla zihinlerde oluşan bir karşı
cins hayali bitmek bilmeyen arayışları başlatılmış olur.
Bu arayışların çoğu
zaman sıkıntı verici sorunlara yol açarak düş kırıklıkları da yarattığı bilinir.
Bazen çok sevilen
birinin ideali bir başkasıdır; seven biri ise beğenilecek niteliklere sahip
değildir.
Hayat, hem sevilen hem de beğenilen bir karşı
cinsle rastlaşmayı olasılık hesaplarını alt üst eden bir durum olarak sunar.
Çok sık olmasa da umulan birine rastlamak
ve yakınlık kurma olasılığı var. İlişkinin başlangıcında her şey yolunda
gibi gözükür.
Ama bir süre sonra ego çatışmaları, sürtüşmeler, tartışmalar birbirini
izlemeye başlar.
Sonuçta yanlış seçim sonucu hata yapmış
olma duygusu derin bir çöküntüye yol açarak ruhsal travma etkisi yaratır.
Bu
tür ruhsal örselenmelerin başlıca nedeni, iki farklı arayış türünün sıklıkla
birbirine karıştırılıyor olmasıdır.
Bunların ilki sevilme ve beğenilme
duygularına doyum ihtiyacına yönelik sınırlı ve geçici ilişkilerdir.
İkincisi ise yaşam boyu sürmesi arzulanan,
yüksek beklentiler içeren ruh eşi arayışıdır.
Ruh eşi kavramının açık ve net bir tanımı bu
konudaki yanılgıları en aza indirme açısından yol gösterici olabilir.
Bu kavramın tanımı insanın
neden, niçin ve nasıl yaratıldığı sorularının cevaplarında saklı olabilir.
Felsefe biliminin yüz yıllardır insanın
‘’niçin’’ ve ‘’neden’’ yaratıldığı sorularına çeşitli açıklamalar getirmeye
çalıştığı bilinir. Ancak Felsefe, insanın ‘’nasıl’’ yaratıldığı konusuyla
doğrudan ilgilenmez.
İnsanın ‘’nasıl’’ yaratıldığı konusu tarih
öncesi dönemlerde mitolojilerin, sonraki süreçte de kutsal inançların,
ezoterizmin ana konusunu oluşturur.
Bu nedenle insanın ‘’nasıl’’ yaratıldığı
ile ilgili mitolojik ve ezoterik öyküler Ruh Eşi kavramının tanımı ve anlamı açısından
önem taşır.
Tek Tanrılı inanç sistemlerinden önceki
süreçte, değişik ulusların mitolojileri ‘’ilk insanın’’ yaratılış öyküsünü
benzer şekilde açıklar. Tümü de ‘’ilk insanın’’ kadın ve erkeğin eril ve dişil
nitelikleriyle tek bir bedende, bir bütün halinde yaratıldığı görüşünü
paylaşırlar.
Estonya Mitologyasında ilk yaratılan
insan, hem erkek hem dişi olarak iki cinsiyetli ama ‘’tek bir’’ varlık olarak
tasvir edilir.
Buna ek olarak bazı Mitolojik Tanrıların
da ilk yaratılan insan gibi tek bedende eril ve dişil özelliklere sahip olduğu
anlatılır.
Benzer şekilde,
Hindistan’da Şiva-Kali ikilisi, eril ve dişil niteliklerde oldukları
halde tek bir varlık gibi gösterilir.
Mitolojik öykülerden insanın ilk
yaratılışında, kadın ve erkeğin tek bedende ve tek ruh halinde olduğu açıkça
anlaşılıyor.
Yine tüm mitolojiler insanın sonradan
ikiye bölündüğü konusunda da aynı görüştedirler.
Bu bölünme sonucunda birbirinden farklı görünümlü ama ‘’aynı’’ duygulara sahip bir kadın ve bir erkek oluşmuştur yani; RUH EŞİ!
Bu bölünme sonucunda birbirinden farklı görünümlü ama ‘’aynı’’ duygulara sahip bir kadın ve bir erkek oluşmuştur yani; RUH EŞİ!
İlginç bir şekilde tek Tanrılı inançların bu
konudaki yaklaşımları da benzer yöndedir.
İslam’ın kutsal kitabı Kur’an, A’raf
Suresi 189. Ayet; ‘’O, odur ki sizi ‘bir tek’ canlıdan yarattı. Eşini de ondan vücuda
getirdi ki gönlü buna ısınsın.’’
Rum Suresi, 21. Ayet; ‘’O’nun mucizelerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve şefkat oluşsun diye nefsinizden (Ruhunuzdan) eşler yaratmasıdır.’’
Rum Suresi, 21. Ayet; ‘’O’nun mucizelerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve şefkat oluşsun diye nefsinizden (Ruhunuzdan) eşler yaratmasıdır.’’
Tevrat, Tekvin, Bap 2; ‘’Ve Rab Allah yerin
toprağından Adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan
can oldu.
Ve Rab Allah dedi; Adamın yalnız olması iyi değildir, kendisine uygun bir yardımcı yapacağım ve Rab Allah adamın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu. Ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi; Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, etimden ettir. Buna Nisa denilecek. Çünkü o insandan alındı. Bunun için insan eşine yapışacaktır ve ‘’bir beden’’ olacaktır.’’
Ve Rab Allah dedi; Adamın yalnız olması iyi değildir, kendisine uygun bir yardımcı yapacağım ve Rab Allah adamın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu. Ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi; Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, etimden ettir. Buna Nisa denilecek. Çünkü o insandan alındı. Bunun için insan eşine yapışacaktır ve ‘’bir beden’’ olacaktır.’’
Kabala anlayışına göre iki cinsiyetli ve
tek olarak yaratılan ilk varlık Âdem’di. Âdem, Havva ile sırt sırta olarak
birbirlerine omuzlarından yapışıktılar. Tanrı bunları ikiye ayırdı,
böylece Havva var oldu.
Bir başka Kabalist öğretiye göre ilk yaratılan insanın sağ yarısı erkek, sol yarısı kadındı. Tanrı insanı ortasından ikiye ayırdı.
İkiye ayrılan insanın sağ yanından Âdem sol yanından Havva var oldu.
Bir başka Kabalist öğretiye göre ilk yaratılan insanın sağ yarısı erkek, sol yarısı kadındı. Tanrı insanı ortasından ikiye ayırdı.
İkiye ayrılan insanın sağ yanından Âdem sol yanından Havva var oldu.
Yine açıkça anlaşılıyor ki; tek beden ve
tek ruhun bölünmesiyle oluşturulan bu iki ayrı cins aslında ilk Ruh eşiydi.
Bunun yanında, kutsal kitapların tümü de
bütün insanların Âdem ve Havvadan meydana geldiği konusunda aynı görüşteler.
Bu görüş aynı zamanda her insanın bir ruh
eşi olması gerektiği gerçeğinin ezoterik tespitidir.
Bu tespitler, ruh eşi kavramının ‘’anlamını’’
yeterince açıklığa kavuşturur yönde.
Gelinen aşama ise ruh eşinin genel ‘’nitelikleri’’
konusunu öne çıkarmış oluyor.
Ruh eşi birlikteliği yaş ve fiziki
görünümü esas alan biçimsellikten çok ruhsal ve zihinsel düzeyde bir ilişkidir.
Bu tür yakınlıklarda kendiliğinden oluşan
derin bir iletişim, karşılıklı anlayış yanında sezgiler öne çıkar.
Bu nedenle daha ilk karşılaşmalarında yıllardır
tanışıyor ve birbirleri hakkında çok şey biliyormuş gibidirler.
Karşı konulması güç bir çekim gücü altında
oldukları için zaman durmuş gibidir.
Pek çok ortak yön keşfedilir. Sıkıntı
verici yaşamsal olayların getirdiği sorunları çözme yaklaşımları aynıdır.
Duygu ve düşünceleri örtüştüğü için espri
anlayışları da ortaktır.
Sevdikleri yanında sevmediklerinin de benzer oluşuna şaşırırlar.
Sevdikleri yanında sevmediklerinin de benzer oluşuna şaşırırlar.
İnançları, değer yargıları, amaçları ve
yaşamsal öncelikleri farklı değildir.
Asla birbirlerini incitici, küçük düşürücü
söz ve tavırlar içinde bulunmazlar. Birbirlerini önemser, kusurlarıyla birlikte
sever ve değer verirler. İlişkilerinde kuşkuculuk yerine karşılıklı güven
duygusu etkindir.
Saygı, sevgi ve güvene dayalı beraberliğin
oluşturduğu pozitif etkileşimle evrensel birlik duygusunu tüm benlikleriyle
hissederler.
Çok özel olan bu durumun tek açıklaması;
karşılaşan bu iki insanın Ruh Eşi olmalarıdır.
Kuşkusuz ki bu durumda olanların ilk
hayali bir daha ayrılmamak olacaktır. Ancak bu hayalin gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği konusu öngörülemez.
Bir bütün olarak yaratılan ilk insanın iki
ayrı parçaya bölünme ‘’nedenini’’ anlatan ezoterik öykü ise bu konuyu açıklar
yönde.
Bu da ‘’Ruh Eşine Kavuşmak’’ başlıklı yazımızın konusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder