İnsan kendisiyle, sosyal çevresiyle ve doğa ile her an iletişim ve etkileşim içinde olan bir canlıdır. Temel olarak iletişim düşünme, konuşma ve beden dili aracılığıyla gerçekleşir. Düşünme ve konuşma ‘’Dolaysız iletişim’’ türüdür. Jest ve mimikleri içeren Beden Dili ise ‘’Dolaylı’’ iletişim aracıdır. Dolaylı iletişimde yüz ifadeleri mimikleri oluştururken; vücut veya el- kol hareketleri jest olarak adlandırılır. İletişimin bu türüyle insan, bir konuyu sadece anlamlı bir hareketle ifade edebilir. Bu özelliği nedeniyle dolaylı iletişime genellikle sözcüklerin yetersiz kaldığı anlarda başvurulur. Beden dili bu şekliyle, sadece ihtiyaç duyulduğunda ve ‘’bilinçli’’ olarak kullanılır.
Öte yandan, beden dili büyük ölçüde
‘’bilinç dışı’’ süreçlerle faaliyet gösterir. Çünkü bilinç dışı, bireyin rahatsız
edici bulduğu, kabul edilemez nitelikteki duygu ve düşüncelerinin bastırıldığı
zihin alanıdır. Bilinç dışı oldukça güçlü bir enerjiye sahip olduğu için bilinç
tarafından kontrol edilmesi oldukça zordur. Bastırılmış olan olumsuz duygu ve
düşünceler istem dışı olarak, beden dili aracılığıyla kendini ifade etmeye
çalışır. Bunun gerçekleşmesi, sosyal ilişkilerde ciddi sorunlar yaşanmasına
neden olabilir.
Dolaysız iletişim ise düşünme ve konuşma aracılığıyla gerçekleşir. Rus Psikolog Lev Vytgosky düşünmeyi; ‘’İnsanın kendisiyle sessiz konuşması’’ olarak niteler. Bu nedenle düşünme, aslında sessiz konuşma yoluyla insanın kendisiyle iletişim kurma çabasıdır. Bir diğer dolaysız iletişim şekli de konuşulan dil aracılığıyla başkalarıyla yaşanan etkileşimdir. Dolaysız iletişimin bu şekli duyguları ve düşünceleri sözcüklerle paylaşmanın en yaygın yoludur. Dili oluşturan sözcükler tarihsel gelişim süreci içerisinde belirli kavramlar çerçevesinde oluşturulurlar.
KAVRAMLAR bir nesnenin, bir
olayın özelliklerini kapsayarak zihinlerde bir ad altında toplayan soyut ve
genel tasarımlardır. Kavramlar bu yönüyle ortak niteliklere, özelliklere sahip
nesneleri veya durumları genelleyerek sınıflandırma işlevi gören algı
kalıplarıdır.
SÖZCÜKLER ise bu kavramları
işaret eden ses veya ses kümeleridir. ABD’li filozof Richard Rorty; ‘’Sözcükler
dünyayı yansıtan semboller olmaktan çok, bir şeyler yaparken kullandığımız
aletler- araçlardır. Bu niteliği ile sözcükler aslında yaşamla başa çıkmamızı
sağlar.’’ görüşünü savunur. Bu nedenle sözcükler hiç de masum değildirler. Çünkü
her sözcük bir kavramı işaret eder ve her kavram da insan zihnini olumlu veya
olumsuz yönde etkileyen anlamlarla yüklüdür.
ANLAM ise Sözcüklerin ve kavramların
oluşturduğu önermeler şeklindeki bilgilerin uzun süreli bellekte bağlantılar
veya ilişkiler yoluyla saklanmasıdır. Kavramları seslendiren sözcükler
yüklendiği anlamlarla insanın farklı duygularını harekete geçirme gücüne
sahiptirler. Duygular da düşünceleri yönlendirerek davranış biçimlerini
belirler.
Buradan hareketle, Çözüm Odaklı
Psikoterapist Steve De Shazer’ın; ‘’Sözcükler aslında sihirdir.’’ tespiti hiç
de abartılı olmasa gerek. Bu görüş büyük ölçüde, düşünme veya konuşma sürecinin
doğru sözcüklerle gerçekleştirilmesinin önemini vurgular. Çünkü insan kendisi hakkında farkındalığa ancak bu yolla ulaşabilir. Farkındalık
sonucunda bireyin kendisiyle iletişimi bir bütünlük halinde gerçekleşir ve
içgörü kazanılır.
Öte yandan, düşünme veya konuşma sürecinde
yer alan yanlış, hatalı veya anlamsız sözcükler zihinsel çatışmalara yol açar. Zihinsel
çatışmalar ise bireyin kendisiyle veya başkalarıyla olan iletişiminde ciddi
sorunlar yaratır. Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein; ‘’Kendimizle ve dış
dünya ile iletişimimizde oluşan anlaşmazlıkların başlıca nedeni dilin yanlış
veya hatalı yorumlanmasıdır. Dildeki sözcüklerin hatalı kullanımı ve yanlış anlaşılması
insan zihninde yanlış bir görüntünün ortaya çıkmasına neden olur. Bu da insanı
huzursuz eder.’’ tespitini yapar. Huzursuzluklar, bireyin kendisiyle ve dış
dünya ile uyumunun sağlıklı işleyişini olumsuz etkiler. Uyum bozukluğu giderek
bireyin düşünce, duygu ve davranışlardaki uyumu da bozar. Çünkü yanlış
anlamalara yol açan hatalı sözcükler, organizmanın biyokimyasal düzenini,
dengesini bozma gücüne sahiptir. Bir başka anlatımla, her sözcük yüklendiği
anlam doğrultusunda insan zihninde olumlu veya olumsuz etkiler yaratır. Bu da
farklı hormonların salgılanmasına neden olur. Hormonlar duyguları ve
düşünceleri etkiler; duygu ve düşünceler de davranışları belirler. Olumsuz
anlam yüklü bir sözcük bireyde öfke duygusu yaratır. Öfke duygusu organizmada
savunma veya saldırganlık görevi üstlenen Epinefrin hormonunu harekete geçirir.
Bunun sonucunda birey saldırgan davranışlar sergiler. Öte yandan olumlu anlam
yüklü sözcükler ise aksi yönde bir etki yaratır. Bu tür sözcükler organizmada mutluluk
hormonu olarak adlandırılan serotonin, ödül hormonu olarak bilinen dopamin
yanında bağlanma ve özleme hormonu olan oksitosin hormonu salgılanmasını
gerçekleştirir.
Düşünürken
veya konuşurken özenle seçilen doğru sözcükler duyguları, duygular ise
düşünceleri ve düşünceler de davranışları olumlu yönde etkiler. Bu, sorunlara çözüm üretme becerisi kazandırırken
bireyin kendisiyle, çevresiyle ve doğa ile uyumunu gerçekleştirir. Duyguların ve
düşüncelerin doğru sözcüklerle tanımlanarak ifade edilmesinin insanın
psikolojik sağlığı açısından önemi tartışılamaz. Sigmund Freud; ‘’Sözcükler,
psikoterapide bilimsel araçlardır ve tedavinin asıl amacıdır. Psikoterapide
hiçbir kimyasal ilaç, insanın zihindeki hatalı sözcüklerin doğru sözcüklerle
değiştirilmesi kadar etkili olamaz.’’ tespitiyle bu gerçeği vurgular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder