24 Ocak 2019 Perşembe

SÖZCÜKLERİN ZİHİN ve BEDEN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

     İnsan kendisiyle, sosyal çevresiyle ve doğa ile her an iletişim ve etkileşim içinde olan bir canlıdır. Temel olarak iletişim düşünme, konuşma ve beden dili aracılığıyla gerçekleşir. Düşünme ve konuşma ‘’Dolaysız iletişim’’ türüdür. Jest ve mimikleri içeren Beden Dili ise ‘’Dolaylı’’ iletişim aracıdır. Dolaylı iletişimde yüz ifadeleri mimikleri oluştururken; vücut veya el- kol hareketleri jest olarak adlandırılır. İletişimin bu türüyle insan, bir konuyu sadece anlamlı bir hareketle ifade edebilir. Bu özelliği nedeniyle dolaylı iletişime genellikle sözcüklerin yetersiz kaldığı anlarda başvurulur. Beden dili bu şekliyle, sadece ihtiyaç duyulduğunda ve ‘’bilinçli’’ olarak kullanılır.

     Öte yandan, beden dili büyük ölçüde ‘’bilinç dışı’’ süreçlerle faaliyet gösterir. Çünkü bilinç dışı, bireyin rahatsız edici bulduğu, kabul edilemez nitelikteki duygu ve düşüncelerinin bastırıldığı zihin alanıdır. Bilinç dışı oldukça güçlü bir enerjiye sahip olduğu için bilinç tarafından kontrol edilmesi oldukça zordur. Bastırılmış olan olumsuz duygu ve düşünceler istem dışı olarak, beden dili aracılığıyla kendini ifade etmeye çalışır. Bunun gerçekleşmesi, sosyal ilişkilerde ciddi sorunlar yaşanmasına neden olabilir.

     Dolaysız iletişim ise düşünme ve konuşma aracılığıyla gerçekleşir. Rus Psikolog Lev Vytgosky düşünmeyi; ‘’İnsanın kendisiyle sessiz konuşması’’ olarak niteler. Bu nedenle düşünme, aslında sessiz konuşma yoluyla insanın kendisiyle iletişim kurma çabasıdır. Bir diğer dolaysız iletişim şekli de konuşulan dil aracılığıyla başkalarıyla yaşanan etkileşimdir. Dolaysız iletişimin bu şekli duyguları ve düşünceleri sözcüklerle paylaşmanın en yaygın yoludur. Dili oluşturan sözcükler tarihsel gelişim süreci içerisinde belirli kavramlar çerçevesinde oluşturulurlar.

KAVRAMLAR bir nesnenin, bir olayın özelliklerini kapsayarak zihinlerde bir ad altında toplayan soyut ve genel tasarımlardır. Kavramlar bu yönüyle ortak niteliklere, özelliklere sahip nesneleri veya durumları genelleyerek sınıflandırma işlevi gören algı kalıplarıdır.

SÖZCÜKLER ise bu kavramları işaret eden ses veya ses kümeleridir. ABD’li filozof Richard Rorty; ‘’Sözcükler dünyayı yansıtan semboller olmaktan çok, bir şeyler yaparken kullandığımız aletler- araçlardır. Bu niteliği ile sözcükler aslında yaşamla başa çıkmamızı sağlar.’’ görüşünü savunur. Bu nedenle sözcükler hiç de masum değildirler. Çünkü her sözcük bir kavramı işaret eder ve her kavram da insan zihnini olumlu veya olumsuz yönde etkileyen anlamlarla yüklüdür.

     ANLAM ise Sözcüklerin ve kavramların oluşturduğu önermeler şeklindeki bilgilerin uzun süreli bellekte bağlantılar veya ilişkiler yoluyla saklanmasıdır. Kavramları seslendiren sözcükler yüklendiği anlamlarla insanın farklı duygularını harekete geçirme gücüne sahiptirler. Duygular da düşünceleri yönlendirerek davranış biçimlerini belirler.

Buradan hareketle, Çözüm Odaklı Psikoterapist Steve De Shazer’ın; ‘’Sözcükler aslında sihirdir.’’ tespiti hiç de abartılı olmasa gerek. Bu görüş büyük ölçüde, düşünme veya konuşma sürecinin doğru sözcüklerle gerçekleştirilmesinin önemini vurgular. Çünkü insan kendisi hakkında farkındalığa ancak bu yolla ulaşabilir. Farkındalık sonucunda bireyin kendisiyle iletişimi bir bütünlük halinde gerçekleşir ve içgörü kazanılır.

     Öte yandan, düşünme veya konuşma sürecinde yer alan yanlış, hatalı veya anlamsız sözcükler zihinsel çatışmalara yol açar. Zihinsel çatışmalar ise bireyin kendisiyle veya başkalarıyla olan iletişiminde ciddi sorunlar yaratır. Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein; ‘’Kendimizle ve dış dünya ile iletişimimizde oluşan anlaşmazlıkların başlıca nedeni dilin yanlış veya hatalı yorumlanmasıdır. Dildeki sözcüklerin hatalı kullanımı ve yanlış anlaşılması insan zihninde yanlış bir görüntünün ortaya çıkmasına neden olur. Bu da insanı huzursuz eder.’’ tespitini yapar. Huzursuzluklar, bireyin kendisiyle ve dış dünya ile uyumunun sağlıklı işleyişini olumsuz etkiler. Uyum bozukluğu giderek bireyin düşünce, duygu ve davranışlardaki uyumu da bozar. Çünkü yanlış anlamalara yol açan hatalı sözcükler, organizmanın biyokimyasal düzenini, dengesini bozma gücüne sahiptir. Bir başka anlatımla, her sözcük yüklendiği anlam doğrultusunda insan zihninde olumlu veya olumsuz etkiler yaratır. Bu da farklı hormonların salgılanmasına neden olur. Hormonlar duyguları ve düşünceleri etkiler; duygu ve düşünceler de davranışları belirler. Olumsuz anlam yüklü bir sözcük bireyde öfke duygusu yaratır. Öfke duygusu organizmada savunma veya saldırganlık görevi üstlenen Epinefrin hormonunu harekete geçirir. Bunun sonucunda birey saldırgan davranışlar sergiler. Öte yandan olumlu anlam yüklü sözcükler ise aksi yönde bir etki yaratır. Bu tür sözcükler organizmada mutluluk hormonu olarak adlandırılan serotonin, ödül hormonu olarak bilinen dopamin yanında bağlanma ve özleme hormonu olan oksitosin hormonu salgılanmasını gerçekleştirir.

      Düşünürken veya konuşurken özenle seçilen doğru sözcükler duyguları, duygular ise düşünceleri ve düşünceler de davranışları olumlu yönde etkiler. Bu,  sorunlara çözüm üretme becerisi kazandırırken bireyin kendisiyle, çevresiyle ve doğa ile uyumunu gerçekleştirir. Duyguların ve düşüncelerin doğru sözcüklerle tanımlanarak ifade edilmesinin insanın psikolojik sağlığı açısından önemi tartışılamaz. Sigmund Freud; ‘’Sözcükler, psikoterapide bilimsel araçlardır ve tedavinin asıl amacıdır. Psikoterapide hiçbir kimyasal ilaç, insanın zihindeki hatalı sözcüklerin doğru sözcüklerle değiştirilmesi kadar etkili olamaz.’’ tespitiyle bu gerçeği vurgular.

 


Hiç yorum yok:

ÖZSAYGI

     Saygı, aile bireylerinde ve tüm sosyal ilişkilerde önemi yadsınamaz bir tutumdur. Bu nedenle anne ve babalar eğitim sürecindeki çocukla...