Kıskançlık duygusu genellikle imrenme duygusu ile karıştırılır. İmrenme aslında başkasına ait beğenilen, hoşlanılan bir şeyi emek vererek edinme isteği duymak veya beğenilen bir kişiye benzemeyi istemek, bu yönde çaba göstermek anlamına gelir. İmrenme duygusu bireyi, başarılı insanları beğenerek onlar gibi olmaya yönlendirir. Bu niteliği ile imrenme duygusu kişisel ve toplumsal gelişimin itici gücünü oluşturur.
Kıskançlık duygusu farklı gelişim
evrelerinde değişik etkenlere bağlı olarak gelişir. Bu yıkıcı duyguyu başlatan
etkenler içinde en yaygın görüleni çocukluk döneminde aileye yeni bir bebeğin
katılmasıdır. Annenin yenidoğana zorunlu bakımı ve ilgisi daha büyük olan
kardeşte artık sevilmediği yönünde bir duygu yaratır. İlerleyen süreçte çocuğun
kendisini kardeşi veya akranlarıyla kıyaslaması sonucunda geliştirdiği
yetersizlik duygusu aşağılık duygusuna yol açar. Alfred ADLER; Aşağılık
duygusunu, bireyin çocukluk döneminde kendisini başkalarıyla kıyaslaması sonucu
ortaya çıkan, diğer insanlardan özellikle de yetişkinlerden daha güçsüz ve
yetersiz olma duygusundan kaynaklı olumsuz bir duygu olarak niteler. Bu duygu
gerçek nedenlere dayanabileceği gibi gerçeğin aşırı abartılmasından veya gerçek
dışı kuruntulardan da kaynaklanabilir. Adler’e göre evrensel ve normal olan bu
duygunun, sağlıklı bir kişiliğin gelişimi için aşılması gerekir.
Aşağılık duygusu aşılamadığı
zaman daha derinlere kök salarak aşağılık kompleksine dönüşür. Adler; Aşağılık
Kompleksini, insanın çocukluğundaki bağımlılığından ve çaresizliğinden
kaynaklanan temel bir yetersizlik ve güvensizlik duygusu olarak tanımlar. Bu
kompleks bireyin yaşamında itici bir güç haline gelerek kişilik bozukluğuna
neden olur. Bu bozukluk türü insanı ya rekabetten kaçınmaya ya da aşırı
rekabetçi ve saldırgan olmaya yönlendirir. Aşağılık kompleksinden kaynaklanan kıskançlık,
bir ortamda bireyin konumunu koruyamama kaygısının yarattığı korku ile
beslenir. Korku yaratan etken ise görece üstün olarak görülen rakibin, kişilik bütünlüğüne
yönelik bir tehdit olarak algılanmasıdır. İmrenme duygusundan büyük ölçüde
farklılık gösteren kıskançlık, öncelikle özgüven zayıflığına neden olur. Birey
özgüvenini yeniden kazanabilmek amacıyla hırslı, bencil ve aşırı rekabetçi bir
kişilik geliştirir. Çocuklukta kazanılan bu olumsuz nitelikler, yetişkin
dönemde nevrotik kişilik bozukluğuna yol açarak sosyal ilişkilerde sorun
yaratır. Çünkü kıskançlık giderek öfke, nefret ve saldırganlık duygularına
zemin hazırlar. Bu niteliklerin kontrolden çıkması halinde bireyin kendisi,
kıskandığı kişi hatta diğer masum insanlar için bile ciddi sorunlar
yaratabilir.
Gönül ilişkilerinde yaşanan
kıskançlık ise çok daha olumsuz ve yıkıcı nitelikler içerir. Kıskançlığın bu
türü, rakip olarak görülen bir kimsenin üstünlüğüne veya sevilen birinin bir
başkasıyla ilgilendiği kanısına varıldığında doruk noktasına ulaşır. Bazı ortamlarda
bu tür bir kıskançlığın ‘’sevginin ölçüsü’’ olarak görülmesi bu sorunun geniş
kesimlerce benimsenip yaygınlaşmasına yol açar. Kıskanan kadar kıskanılanı da
tüketen bu duygunun onaylanarak yüceltilmesi kıskançlığın gelişmesine uygun bir
iklim yaratır. Çünkü karşı cins ilişkilerinde yaşanan kıskançlık sevgi duygusu
ile maskelenir. Böylece kıskançlık, yüklendiği bu ‘’yapay sevgi’’ sonucu yüceltilerek
onaylanır. Bu dramatik süreç, dürtülerin doyum ihtiyacının aracı olan kişi veya
nesneye yönelik haz duygusuyla başlar. Ancak bu, eş zamanlı olarak doyum
nesnesinin yitirilmesi halinde haz duygusundan yoksun kalma kaygısını da
beraberinde getirir. Sevgi nesnesinin kaybedileceği yönündeki bir düşünce bile derin
kaygılar yaratır. Aslında bu, çocukluk döneminde yaşanan ve anne-baba
tarafından ‘terk edilme’ korkusundan kaynaklı Nevrotik bir kaygıdır.
Kaygı Nevrozu, yetişkin bireyin
zihinsel karmaşasını derinleştirerek duygularının doyumunu büyük ölçüde
engeller. Kendi korkularının yarattığı bu engellenme onu çaresizliğe ve
yetersizliğe sürükleyerek öz güvenini ve öz saygısını zayıflatır. Giderek dış
dünyaya karşı anlamsız bir öfke duygusu geliştiren Nevrotik birey
için yaşam artık belirsizliklerin ve güvensizliğin alacakaranlığıdır. Bu
duygu durumundan kurtulabilmek için ihtiyaç duyduğu tek şey birilerini sevmek
ve birileri tarafından sevilmektir. Ancak, Nevrozun yarattığı öfke sonucu
gelişen düşmanca duygular sevme konusunda yetersizlik yaratır. Doyuma
ulaşamadığı için bireyin zihnini sürekli meşgul eden sevme ve sevilme yönündeki
arzular kaygıyı daha çok artırır. Kaygıyla gelişen güçsüzlük duygusunu
dengelemek için karşı cinsi baskı altına alarak onu kendine bağımlı hale
getirmeğe çalışır. Bu yaklaşımı bilinç dışı süreçlerle kendisinden nefret
etmesine ve zayıf olan öz saygısını tamamen yitirmesine neden olur.
Oysa sevgi duygusu ilgi, saygı,
güven ve sorumluluk bilinciyle gelişerek varlığını sürdürebilen evrensel bir
duygudur. Sevgi, kıskançlık duygusunun beslediği güvensizlik, kuşku, öfke,
nefret ve şiddet karanlığında varlığını sürdüremez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder