KADIN GERÇEĞİNİ ANLAMAYA ÇALIŞMAK

Kadının evrensel değerinin ve yaşamsal öneminin bilincine sahip olmanın uygarlık ölçütü olduğu tartışılmaz bir gerçektir. 

Bu nedenle kadına gösterilen içtenlikli saygı ve sevgi toplumların aydınlık yüzünü oluşturur.

Tarihten günümüze kadar her toplumun karanlık yüzü ise erkek egemen kültür yozlaşmasıdır.   
Bu anlayış, erkeğin kadından üstün olduğu bu nedenle de eşit haklar sahip olamayacağı inancını savunur.
Dayattığı ilkel ve hoyrat yaşam biçimi ile kadını baskı altına alarak değersizleştirmeyi hedefler.
Bunun için de kadının özgürlüğünü kısıtlamak ve giderek onu yok saymak başlıca amaçtır.

Kadının yaşam dışına itilmesi ise hoyrat ve incelikten yoksun erkek erkeğe yaşamı zorunlu hale getirir.
Aslında bu tür renksiz bir yaşam anlayışına sahip olanlar kendilerini de pek çok değerden yoksun bırakmış olurlar.
Etienne de Jouy; ‘’Kadınlar olmaksızın yaşamın başlangıcı tam bir çaresizlik ve acizlik, ortası yaşam sevincinden yoksunluk ve sonu ise teselliden mahrumiyet olurdu!’’ sözleriyle bu gerçeği vurgular.
Cehalet karanlığı bu gerçeği örterek kadından, estetikten ve güzellikten nefreti öne çıkarır.
Sadece anne olan kadının kutsal sayılması ise aslında bu nefreti kurnazlığın kalın örtüsü altına gizleme çabasıdır.
Bu anlayışla bir genç kız, genç bir kadın, henüz anne olmamış veya anne olan bir eş kutsiyet sınırlarının dışında tutulmuş olur.
Böylece evli bir erkek annesini ‘’kutsallık’’ tahtına oturturken çocuklarının annesi olan eşine rahatlıkla şiddet uygulayabilir.

Tüm baskılara rağmen kadın, tarih boyunca güzelliği ve yaratıcı
zekasıyla her koşulda yaşama tutunabilmişti.
Çünkü o, insan neslini sürdürme görevini de üstlenen sessiz ve gösterişsiz bir güçtü.
Güçlü doğası nedeniyle yaşamaktan ve yaşatmaktan bir an bile kopamazdı.
Ancak karşılaştığı haksızlıklar sonucu kimi zaman yorulurdu. Yaşatılan hayal kırıklıklarıyla tükenir gibi olduğu anlarda Mitolojik bir Tanrıça gibi kendi küllerinden yeniden ve daha güçlü doğardı.
Çünkü o doğanın bir parçasıydı ve doğa kadar güçlüydü.

Tüm zorluklara rağmen yaşamda var olmasını sağlayan bu gücü, kadından ‘’üstün olduğuna inandırılan’’ erkeği korkutur.
Korkunun yarattığı kaygıyla saldırganlaşan erkek, kadının özgürlüğünü sınırlayarak onu baskı altına alamaya yönelir.
Kadının öz güvenini sarsmak ve onu köleleştirmek amacıyla şiddet uygulamaktan kaçınmaz.
A. Sigmund Freud; ‘’Sevebilen ve üretebilen insan normaldir.’’ tespitini yapar.
Bu aslında bir erkeğin kadına yaklaşım şeklinin onun normal ya da anormal olduğunun ölçütü anlamına da gelir.
Bu tanımlamayla, erkeğin şiddete yönelmesinin kaybedeni kadın değil, kendisinin olduğu sonucu ortaya çıkar.
Çünkü gerçek anlamda kaybedilenler; insanı ‘’insan’’ yapan merhamet, şefkat, saygı ve sevgi gibi duygulardır.
Bu duyguların yitirilmesiyle geriye koyu bir karanlıktan başka bir şey kaldığını düşünmek aşırı iyimserlik olurdu.

Karanlık zihniyet kadının evrendeki yeri, yaşamdaki önemi ve değeri hakkındaki anlayış ve kavrayışa izin vermez.
Sonuçta, kadına yaklaşımın temel niteliği olan şefkat, sevgi ve saygı anlayışı; şehvet, nefret ve şiddet ilkelliği ile yer değiştirir.
Bu ilkel anlayışa en çarpıcı eleştiriyi, sekiz yüz yıl önce yaşamış olan büyük sufi Şems-i Tebrizi; ‘’Kadın; onu bilmeyen için nefs (şehvet), bilen için nefestir. (yaşamdır)’’ sözleriyle dile getirir.

Öte yandan felsefi açıdan da doğa, kadın, estetik ve güzellik kavramları ayrılmaz bir bütün oluşturur.
Çünkü kadın, estetik görünümü yanında içsel güzellikleriyle de doğa’ya özdeştir.
Bu nedenledir ki Soren Kierkegaard, estetiğin ihtişamını ve kutsallığını yalnızca güzellikle ilişkili olmasına bağlar.
Doğanın kadını yaratırken farklı bir niyeti olduğunun düşünerek; kadın o kadar güzel bir varlık ki Cennet bile onunla yarışamaz görüşünü savunur.
Mevlana ise kadının görülebilen niteliklerinin arka planındaki gizemi sezgisel kavrayışla gözler önüne serer.
Bunu yaparken de kadının Tanrısal özelliklere sahip oluşunu incelikle vurgular.
‘’Derken Tanrı,
Akılları baştan alan kadın güzelliğini yaratınca;
O incelik, o ihtişamlı güzellik görününce:

Tanrı’nın tül perde ardından görünümünü andıran
Bu güzelliği seyredince;
Hani dersin ki Yaratan,
İnce bir tül perde ardından sana  görünmüş!’’

Hiç yorum yok:

ÖZSAYGI

     Saygı, aile bireylerinde ve tüm sosyal ilişkilerde önemi yadsınamaz bir tutumdur. Bu nedenle anne ve babalar eğitim sürecindeki çocukla...