20 Ocak 2020 Pazartesi

‘’RUH EŞİ’’ KAVRAMININ ANLAMI

Duygular, düşünceler ve davranışlar doğuştan sahip olunan sevilme ve beğenilme arzusuna doyum arayışları yönünde şekillenir.

Doyum arayışları, ergenlik döneminde etkinleşen ve neslin devamını sağlama görevini üstlenen üreme içgüdüsüyle karşı cinse yönelir.
Bu içgüdüden kaynaklanan erotik sevgiler, doğası gereği daha çok dış görünümünün çekiciliğini ön plana alır.
Erotik sevgiler, serotonin ve dopamin gibi hormonları sınırlı sürelerde salgılatarak tarafların kendini iyi hissetmesini sağlar.
Ancak bu tür doğal kimyasalların geri emilimiyle ego çatışmaları, tartışmalar birbirini izler.
Sonuçta yanlış seçim yapmış olma inancının yarattığı hayal kırıklığı derin bir ruhsal çöküntüye yol açar.

Erotik sevgilerin yeterli ve kalıcı doyum yaratmaması, varlığını daha derin hissettiren başka bir etkenden kaynaklanır.
Aslında her sağlıklı insan, tam olarak adlandıramadığı ve tanımlayamadığı eksiklerinin olduğu yönünde farkındalık yaşar.
Bu eksiklik duygusu, dış görünümün çekiciliğinden çok ruhsal doyuma ulaşılmasıyla tamamlanarak dengelenebilir.
Kadının ve erkeğin arayışlarının arka planında yer alan asıl etken eksiklerini tamamlayabilecek bir karşı cins ihtiyacıdır.
Ancak aranan her hangi biri değil; bireyin genetik koduna şifrelenen Ruh Eşi’dir!

Bu noktada, Ruh eşi kavramının anlamını açıklayan doyurucu bir tanımı insanın ‘’nasıl’’ yaratıldığı sorusunun yanıtı verebilir.
Felsefe bilimi insanın ‘’niçin’’ ve ‘’neden’’ yaratıldığı sorularına, felsefecinin bakış açısından farklı görüşler sunar.
Ancak felsefe, insanın ‘’nasıl’’ yaratıldığı konusuyla doğrudan ilgilenmez.
Yaratılışın ‘’nasıl’’ gerçekleştiği konusu, çok Tanrılı inanç sistemlerinde Mitolojilerin ve sonraki süreçte de tek Tanrılı inançların ana temasını oluşturur.
Çok Tanrılı inanç sistemlerinde, değişik ulusların mitolojileri ‘’ilk insanın’’ yaratılış öyküsünü oldukça benzer şekillerde açıklar.
Tümü de ilk insanın, kadın ve erkeğin dişil ve eril nitelikleriyle tek bir bedende, bir bütün halinde yaratıldığı görüşünü paylaşırlar.
Estonya Mitologyasında, ilk yaratılan insan hem erkek hem dişi olarak iki cinsiyetli ama ‘’tek bir’’ varlık olarak tasvir edilir.
Buna ek olarak bazı Mitolojik Tanrıların da ilk yaratılan insan gibi tek bedende eril ve dişil özelliklere sahip olduğu anlatılır.
Benzer şekilde, Hindistan’da Şiva- Kali ikilisi eril ve dişil niteliklerde oldukları halde tek bir varlık gibi gösterilir.
Yine tüm mitolojiler, insanın sonradan ikiye bölündüğü konusunda da aynı görüştedirler.
Bu bölünme sonucunda, diğer yarısını yitiren bir kadın ve bir erkek ortaya çıkar.

Tek Tanrılı inançların bu konudaki yaklaşımları da ilginç benzerlikler gösterir.
İslam Dininin kutsal kitabı Kur’an’daki A’raf Suresi 189. Ayet; ‘’O, odur ki sizi bir tek canlıdan yarattı. Eşini de ondan vücuda getirdi ki gönlü buna ısınsın.’’
Rum Suresi, 21. Ayet; ‘’O’nun mucizelerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve şefkat oluşsun diye nefsinizden (Ruhunuzdan) eşler yaratmasıdır.’’
Tevrat, Tekvin’de Bap 2; ‘’Ve Rab Allah yerin toprağından Adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu.
Ve Rab Allah dedi; Adamın yalnız olması iyi değildir, kendisine uygun bir yardımcı yapacağım ve Rab Allah adamın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu.
Ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi.
Ve adam dedi; Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, etimden ettir. Buna Nisa denilecek. Çünkü o insandan alındı. Bunun için insan eşine yapışacaktır ve ‘’bir beden’’ olacaktır.’’
Kabala anlayışına göre de iki cinsiyetli ve tek olarak yaratılan ilk varlık Âdem’di. 
Âdem, Havva ile sırt sırta olarak birbirlerine omuzlarından yapışıktılar. Tanrı bunları ikiye ayırdı, böylece Havva var oldu.
Bir başka Kabalist öğretiye göre de Tanrı insanı ortasından ikiye ayırdı. İkiye ayrılan insanın sağ yanından Âdem sol yanından Havva var oldu.

Bunun yanında kutsal kitapların tümü de bütün insanların Âdem ve Havvadan meydana geldiği konusunda ortak görüşteler.
Bu görüş aynı zamanda her insanın bir ‘’diğer yarısının’’ yani ruh eşinin olması gerektiği gerçeğini tespit eder.
Buna göre ilk yaratılışta bir ‘’bütün’’ olarak var oluştan hemen sonra ikiye ayrılan insan, ancak eksiğini tamamlayan diğer ‘’yarısına’’ kavuştuğunda yeniden bir ‘’bütün’’ haline gelebilecektir.
Bu gerçekten hareketle ruh eşi birlikteliği yaş ve fiziki görünüme dayalı biçimsellik yerine ruhsal ve zihinsel bütünleşmeyi temel alır.
Keşfedilen pek çok ‘’farklı’’ yön ise üstünlük savaşına değil; ‘’kayıp yarısıyla’’ bütünleşme hissinin yarattığı ruhsal doyuma ulaştırır. Birbirlerinin eksik yönünü tamamlayıcı nitelik taşıyan bu farklılıklar derin bir iletişimi, karşılıklı anlayışı ve sezgileri öne çıkarır.
Bunun sonucunda gerçekleşen pozitif etkileşim karşılıklı güven, sevgi ve saygı duygusunu güçlendirir.
Ruh eşleri, beraberliğin oluşturduğu çekim gücüyle evrensel birlik duygusunu tüm benlikleriyle hissederler.

Hiç yorum yok:

ÖZSAYGI

     Saygı, aile bireylerinde ve tüm sosyal ilişkilerde önemi yadsınamaz bir tutumdur. Bu nedenle anne ve babalar eğitim sürecindeki çocukla...