Bu şekilde yaratılan
insanın terk edilme veya anlaşabileceği bir eş bulamama gibi sorunları yoktu.
Doğası gereği, hiç
kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bu insan formu gerçek anlamda mutluydu.
Ancak, kalıcı ve sürekli
gibi gördüğü mutluluğun sunduğu sorunsuz yaşam kibirlenmesine yol açar.
Kibirin körüklediği bencillik
ve kendini beğenmişlikle Mitolojik Tanrıların isteklerine karşı çıkmaya başlar.
İnsanın isyankârlığına öfkelenen
Mitolojik Tanrılar, kendini akıllı ve güçlü sanan bu aciz yaratığı terbiye etmeye
karar verir.
İlahi plana göre aynı
ruhtan ve bir bedende bütünleşmiş olarak yarattığı ilk insanı farklı görünümde
iki ayrı parçaya ayırır.
Yarattığı başka
insanların da aynı şekilde ikiye ayrılmalarını gerçekleştirir.
Yeni beden formu içinde
kendisini tam ve bütün olarak algılayan ancak, yarısını yitirmiş çok sayıda
erkek ve kadın ortaya çıkar.
Tanrılar kadına,
kendisine bakanlarda büyüleyici etkiler yaratan olağanüstü güzellik ve karşı
konulamaz çekicilik verir.
Mitolojik Tanrıçalar ise
kadına kendi özelliklerinden ve üstün niteliklerinden birer parça armağan eder.
Birbirlerini hayranlıkla
izleyen kadınlar ve erkekler bunun bir cezadan çok, büyük bir ödül olduğunu
düşünür.
Tanrılar ise cezanın
asıl bundan sonra başlayacağını belirterek her birini, diğer yarısını
bulamayacağı yerlere yönlendirir.
Asla kavuşamamaları için
de aralarına aşamayacakları sayısız engeller koyar.
Böylece insan yaşadığı
sürece kayıp diğer yarısını yani Ruh Eşini özlemle arayacak ancak ona asla
kavuşamayacak ve acı çekecektir.
Ruh eşi olduğunu sandığı
kimselerin ise aslında bir başkasının kayıp yarısı olduğunu anlayınca da hayal
kırıklığı yaşayacak.
Diğer yarısına
kavuşamayan insan bu dayanılmaz acıdan kurtulmak için kibirlenmekten vazgeçerek Mitolojik Tanrılara yakaracak.
Ancak, tüm yakarmalarına
rağmen bu acı verici sonuçsuz arayışlar nesiller boyunca sürdürülecektir.
İnsan, Tanrıyı yok saymasının
saygısızlığının ve bencilliğinin bedelini bu şekilde ödeyecektir.
Gerçek Ruh eşi olan
diğer yarısından ayrılan insan artık mutsuzdur.
Tanrılar, kibri
nedeniyle insandan aldıkları mutluluk duygusu yerine umut duygusunu verirler.
Umut, bir yandan insanın
hedefine yönelik çabalarının itici gücünü oluşturur.
Ancak diğer yandan ise ilahi
bir ceza olarak asla kavuşulamayan ruh eşi arayışının yaşam boyu sürdürülmesini
sağlar.
Taşıdığı bu niteliklerle
umut, her insanın yaşamında bir sınav halini alır.
Böylece, umutla başlayan
her ruh eşini bulma çabası hayal kırıklığı yaşatan acı verici deneyimlere
dönüşerek sürüp gidecektir.
Hayal kırıklığıyla
tükenen umut duygusunu canlandırma görevini ise üreme içgüdüsü yanında sevilme
ve beğenilme dürtüleri üstlenir.
İçgüdü ve dürtülerin
baskın etkisi, insanın kolayca dış görünümün büyüsüne kapılmasına neden olur.
İçsel değerleri göz ardı
eden dış görünümün aldatıcı niteliği yeterli doyum sağlamaz ve ruhsal çöküntü
yaratarak sonlanır.
Yaşamsal önemdeki Ruh
Eşi konusunun içerdiği bu gerçekler umutsuzluk ve karamsarlık yaratabilir.
Oysa asıl karamsarlık,
asla gerçekleşmeyecek düşsel beklentilere beslenen umuttan kaynaklanır.
Ulaşılamayacak idealleri,
hayalleri gerçekleştirme çabasıyla girişilen her arayış süreci başlarda heyecan
verici olabilir.
Ancak sonrasında yaşanan
hayal kırıklıkları umutsuzluk duygusunu derinleştirir.
Giderek umut ve
umutsuzluk birbirini izleyen kısır döngü halini alır ve insanın zamanını,
üretken enerjisini verimsiz çabalarla tüketir.
Umut ve iyimserlik,
duyguları ve aklı birlikte kullanılma becerisiyle ulaşılabilecek gerçeklerden
güç alır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder